22 Kasım 2024 08:03

ÇAĞIMIZIN KOLONİZATÖR TÜRK DERVİŞLERİ OLACAKLARINI SANIYORLARDI, AMA EMEVİ DİNCİLİĞİNİN BEDEVİ ARAP’I OLDULAR

Fuad Köprülü ve Ömer Lütfi Barkan’ın ruhu şad, Namık Kemal Zeybek’in kulakları çınlasın!

Hepsi de koç gibi ülkücülerdi! Günümüzün KOLONİZATÖR TÜRK DERVİŞLERİ, ‘ALPEREN’LERİ olacaklarını sanıyorlardı, ama ne yazık ki Emevi dinciliğinin ‘BEDEVİ ARAP’I oldular.

Çünkü hem tarikatçılığı sağlıklı analiz edecek ruh ve kafaya sahip değillerdi, hem de onların hayalini kurdukları ocaklar çoktan devrini tamamlayıp ortadan kalkmıştı.

Ülkücülerin, Türkün nerede nasıl yolunu kaybettiğini bilmemeleri, hele hele de tarihiyle ilintisiz gayrı milli bir safta aramaya çalışmaları, ülkücü harekete pahalıya patlayacak, ülkücüler, binlerce ülküdaşını tarikat batağında kaybedecekti.

Mısırlı Arap âlimlerin Türk din anlayışını Anadolu’dan sürüp attıkları gibi, yeni Arap tarikatçılığı da milli ve yerli eski Türk Tasavvufunu Anadolu’dan söküp atacak ve maalesef bunda bizim çakma kolonizatör Türk dervişlerinin de büyük katkısı olacaktı.

Acaba genel başkanların ve onları izleyen binlerce ülkücünün küresel örümceğin karanlık ağlarına bu kadar kolay takılmalarının ardındaki sır perdesi neydi?

Benim kafamı en çok karıştıran küresellerin ustaca sevk ve idare ettiği uzun yıllar yer altında beslenip büyütülen, günü vakti gelince de piyasaya sürülen bu karanlık ağa, gariban ülkücüler neyse de, ülkü ocakları genel başkanlarının nasıl bu kadar kolay takıldığıdır.

Çok merak ediyorum, Ülkü Ocakları Genel Başkanları Menzile gittiklerinde ne hissetmişlerdi?

Kendilerini Yunus’un, Hacı Bektaş’ın, Yesevi’nin ocağına girmiş gibi mi hissetmişlerdi?

Tahmin ettiğiniz gibi başkanlarımızın adları ve makamları büyüktü, ama ne yazık ki bilgi ve öngörüleri o kadar büyük değildi. Ama bu, ne onların, ne de hareketin hiçbir zaman umurunda olmadı. Ne hareket onlara yanlış yapıyorsunuz dedi, ne de onlar bu hayati hatalarını telafi ettiler.

Tasavvufun Yesevilikten Nakşibendiliğe geçişi hele hele de Halidiye koluyla Türklükle tamamen bağının kesilişi basit bir silsile akışı olarak değerlendirilse de, aslında hiçte öyle değildi. 0smanlı ilim ile Yobazlığın farkını yıllar sonra görecek, ama ne yazık ki iş işten geçecekti.

Bunları herkes bilmeye bilirdi, ama genel başkanlar genel merkez yöneticileri bilmek zorundaydı.

Bu nasıl bir Türk milliyetçiliği ve bu nasıl bir genel başkanlıktı ki milliyetçi önder ve ideologlar milleti aydınlatmak bir yana tam aksine kör bir karanlığa sürüklüyorlardı.

Tabanın aksine Fetönün, o günkü adıyla hizmetin, Nurculuğun, Süleymancılığın, Menzilciliğin bilumum tarikat ve cemaatlerin genel merkezde en üst seviyede zemin tutmasının altında yatan neden ve arkasındaki güç ne idi?

Ülkücüler genel merkez düzeyinde Türk milliyetçiliği, tarih, felsefe, ve sosyolojiden mi bir haberdi, yoksa işin içinde bu gün dahi yeterli incelemeye tabi tutulmayan sinsi ve karanlık bir el mi vardı?

Bunca olaydan sonra ne yazık ki size, artık ülkü ocakları genel başkanı, ya da ülkü ocakları genel merkezi diye hiç kimseyi, gözünüzde büyütmemeniz gerektiği gerçeğini söylemek zorundayız.

Peki! Bu dün öyleydi de bu gün farklı mı? Değil işte, bütün meselede bu ya zaten! Sorun çözülmek şöyle dursun katlanarak devam ediyor. Yani al birini vur ötekine.

Düşünün cumhurbaşkanı adayı olmayan ülkücü hareket cumhurbaşkanlığı sistemi için kendini yırtıyor. Bir tane muvazzaf genel başkan çıkıp ta ”Bir dakika arkadaşlar! Ne cumhurbaşkanlığı sistemi? Bizim cumhurbaşkanı adayımız yok ki” diyemiyor.

Bir AKP linin, bir siyasal İslamcının arkasında milliyetçilik aramak bir partilinin işi olabilir, ama bir ülkücünün asla işi olmayacağını söyleyemeyen insanlardan genel başkan olur mu? Kusura bakmasınlar dünkülerde ülküdaşlarını yanlış yönlendirmişlerdi, bu günkülerde yanlış yönlendiriyorlar.

Göreve gelenler görevlerini düzgün yapmıyor. Karanlık ve meçhul yolların nereye gittiğini dün kimse sorgulamamıştı bugünde sorgulamıyor. Ülkücüler dün 21 yüzyılda içine düştükleri ortaçağ büyüsü içinde çırpınıp durmuşken, bugün de başka bir bataklıkta çırpınıyor.

Ülkücülerin devletle meşgul olma düşüncesinden, cemaat ve tarikatlarla meşgul olma düşüncesine yönlendirilmeleri, HURİCİ İSLAMCILARDAN sonra HURİCİ ÜLKÜCÜLERİNDE türemesi her iki tarafında işine gelmiş. Bir yandan devlet ve küresel güçler rahat bir nefes alırken, diğer yandan da devşirilen ülkücü sofiler çoktan şeyhin heybesinde sıratı geçip cenneti garantilemişti(!)

Ülkücülükte kaybedilen huzur tarikatçılıkta bulunmuş, liderin dizinin dibinden kalkan cengâverler büyük bir teslimiyet ve huşuyla şeyhin dizinin dibine oturmuştu.

Ülkücüler ülke için hayatlarını ortaya koyma ülküsünden, sadece kendi imanlarını kurtarma telaşına, toplumculuktan bireyciliğe, özellikle sevk ediliyor, Milli refleks tarikatla din adına kökünden kesiliyordu. Ülkücüleri böyle bir bencilliğine yönelten bu yeni bakış açısı acaba kimlerin düşüncesiydi?

Amacımız hiçbir inancı yargılamak olmadığı gibi, tabi ki tarikat ve tarikatçılığı da yargılamak değildi. Bizim ilgi ve tepkimizi çeken şey, ülkücülük le tarikat arasındaki suni gizem ve arka plandı.

ÇÜNKÜ ÜLKÜCÜLÜK TARİKATLARIN İÇİNDE DEĞİL, TARİKATLAR ÜLKÜCÜLÜĞÜN İÇİNDE CİRİT ATIYORDU.

Genel başkanlarımız ve onların teşvikiyle oraya gidenlerin çok çok azı istisna çok büyük bir bölümü partiden, ocaktan, hareketten, Türk milliyetçiliği ülküsünden bir daha geri dönmemek üzere koptu.

Gidilen yerin YESEVİLİKLE, DERVİŞ GAZİLİKLE, ALPERENLİKLE hiçbir alakasının olmadığı anlaşılsa da, iş işten geçti. Çoktan Liderin yerini şeyh, ülkünün yerini tarikat, parti ve ocakların yerini dergâh ve petekler, ülküdaşın yerini sofilik aldı, ama sorunu kimse üstlenmedi.

Merak edenler dergâhlarına girer. Şeyhlerine vekillerine, müritlerine, hallerine hareketlerine, fikirlerine bakar. Ne kadar hacı Bayram, ne kadar Yunus, ne kadar Hacı Bektaş, ne kadar Yesevi, ne kadar Ahi Evran, ne kadar Türk olduklarını kendi gözleriyle görebilirler.

Orada Arap’a ait çok şey bulurlar, ama Türk’e ait hiçbir şey bulamazlar.

Yani perşembenin gelişi çarşambadan belliydi, ama görülmedi.

Binlerce ülkücü büyük bir anaforda akın akın yok oldu. Türkün alpereni olmanın kolay olmadığını, Alperen olmak için önce Türk olmanın gerekli olduğunu, keşke bizi yönetenler bizden önce bilseydi. Bilseler sadece bizi değil, dünyayı aydınlatan derya gibi bir tarihi bırakıp, üç beş meşrutiyeti meçhul sahte seyidin peşinde Türkün dününü öldürüp bugününü de felç etmezlerdi.

Bunlar sıradan şeyler gibi görülse de asla sıradan şeyler değildi.

Çünkü; ülküleri için, çekinmeden canlarını ortaya koyan toplumcu insanların, sihirli bir değnek değmiş gibi bir anda ”Devir iman kurtarma devri” diyen bir Arap’ın peşine takılıp, sadece kendilerini kurtarma bencilliğine düşmeleri, birilerine göre salt bir tercih olarak değerlendirilse de, genel manada toplumsal duyarlılıktan çekilmenin açık sinyali olan ciddi bir eksen kaymasıydı.

HASAN GÖMLEKSİZ

13 Ekim 2021

#arap, #dincilik, #DİNCİLİK VE TARİKATLAR..., #emevi, #milliyetçilik, #namık kemal zeybek, #ülkü ocakları, #ülkücü hareket

Bir yanıt yazın