Gücünün zirvesindeydi..
Yediden yetmişe bin bir emekle kanla gözyaşıyla aşkla sevdayla inanç ve azimle büyütülmüştü. İktidar, elimizi uzatsak ulaşılacak kadar yakındı. Hangi akılla neden? Niçin? Niye? Uyutulmasına karar verildi kimse bir şey anlamadı. Anlayanlarda anlatamazdı çünkü mevsim bahardı.
İlk mazi iğnesiyle sersemlettiler devi. Gözünün yaşına bakmadan sildiler geçmişini. Silkindikçe yenisini vurdular. Geçmiş geçmişte kaldı; ama Zafer sarhoşluğuyla kimse gale almadı. Dev gayesini, amacını, sorumluluğunu, vebalini, görevini, ocakçılığını, teşkilatçılığını, ülküdaşlığını, Türklüğünü, Türkçülüğünü, hasılı amaç ve gayesini, mazisini unutmaya başladı.
Arkasından balkondan seyretmek afyonunu vurdular kıpırdandıkça. Zamanla gözü görmez, kulağı duymaz, kolu bacağı oynamaz oldu. Liseler, üniversiteler meydanlar salonlar kurultaylar Erciyesler iller ilçeler kaleler bir birer bağıra bağıra çekip gittiler elden.
Yedi düvel düşman, yedi koldan alkış tuttu. Solcusu, liberali, Amerikancısı, Avrupacısı, İslamcısı, düzencisi, dümencisi hatta o kadar acı ki bir ara HDP’LİLER bile, ülkücü dediğin, dev dediğin işte böyle olmalı diye tebrik etmeye geldi. Artık Eski dev bir şeytan yenisi ise sanki bir melekti. Övgüler, taktirler, tebrikler birbirini izledi.
Hatırlayın, gazeteler, televizyonlar yorumcular yazarlar çizerler yeni devi ve yaratıcısını ballandıra ballandıra bitiremedi. Yani ılımlı İslam derken, ılımlı milliyetçiliği ki bence emperyalizmin en büyük oyunuydu şak diye çaktılar milliyetçilere. 1944’de Türkiye’yi ayağa kaldıranlar iki binlerde milliyetçilik ayaklar altına alındığında artık yoktular. Rusya’nın Rusya olduğu devirlerde demir perdeye bile başkaldıran ülkücüler ne hikmetse Irak’ta, Suriye’de, Doğu Türkistan’da başlarını öne eğdiler.
İlgiden övgüden iltifattan sarhoştuk. Kimse sesini çıkarmadı. Ali Güngör kanserden diyorlar da bence yanlış. Ali Güngör bu gidişin, bu sarhoşluğun, bu körlüğün, bu camianın kahrından öldü.
Ama süreç zorluydu. Daha kanser edilecek, daha kolu bacağı koparılacak, eyvallah etmeyecek, devedişi gibi çok adam vardı. El öpmeyen, bir dakika diyen, ne oluyoruz diyen kim varsa sorgusuz sualsiz ipi çekildi. Bila istisnasız hepsi hain, hepsi paralel, hepsi dış güç ve hepsi ajandı. Gülmeyeceğinizi bu kadar da olmaz demeyeceğinizi bilsem, George Orwell’in 1984’ünü geçin Balgat’ın 2016’sına bakın diyeceğim.
Bütün bunlar olurken devde ışık ve aydınlık adına, mazide Türk milliyetçilerinin at oynattığı plan ve proje adına, kitap ve dergi adına, yazar ve çizer adına, sanat ve bilim adına, spor ve etkinlik adına, konferans ve panel adına, Türk ve Türk milliyetçiliğine ait, sorun ve çözüm adına, doktrin adına, eğitim, ekonomi, dış Türk’ler adına Yaprak kıpırdamadı.
Bir tane Atsız, bir tane Erol Güngör, bir tane Mustafa Kafalı, bir tane Ahmet Bican, bir tane İskender Öksüz , bir tane Gün Sazak, bir tane Dündar Taşer, bir tane Emine Işınsu, bir tane Sepetçioğlu, bir tane Dilaver Cebeci, bir tane Ahmet Kabaklı, say sayabildiğince saymakla bitmiyor ki çıkmadı. Çıkanlar da iltifat görmedi. Tropikal bir fikir iklimin de suya hasret kavruldukça kavrulduk kitapsızlıktan.
Hareketi yön verenler harıl harıl özellikle bu konuda kafa yorup fikir üreteceklerine ilk bu taraklarda bezi olanların kalemlerini kırdılar. Düşünen, itiraz eden eleştiren, fikir üreten araştıran yazan çizen kim varsa kapı önüne konuldu. Kimi korktu kimi sustu, kimi sıdkını sıyırdı aldı başını gitti başka iklimlere.’’ Ülkücülük’’ fikrini söyleyeni yakan ateşten bir gömlek oldu senelerce
Hasılı ithamın, ihracın, hainin ajanın paralelin hikayenin, masalın ardı arkası kesilmedi. Çünkü ilacı verdikleri küçücük bir cüsse değil ki kökü mazide koskoca bir devdi.
Beyaz çorap dediler çorabını çıkardılar ayağından. Bıyık dediler bıyığını kestiler suratından. Siyah elbise dediler elbisesini çıkardılar sırtından. Yumurta topuk ayakkabılar dediler ayakkabılarını çıkardılar ayağından. Panel dediler paneli, konferans dediler konferansı, kurultay dediler kurultayı aldılar elinden. Meydan dediler meydanı, sokak dediler sokağı aldılar elinden Artık düşünmene gerek yok senin adına biz düşünürüz dediler yazıp çizmeyi çıkardılar aklından. Uzaydan gelmiş bir yabani gibi yeniden giydirildi koskoca dev. Başkalarına göreceli olan zevkler ve renkler dev için ne hikmetse emir oldu milenyumda.
Ama Allah’ın eli yok ki değneği gözüne soksun, devin ahı tuttu. Güler misin ağlar mısın? Güya Türk’üz Türkçüyüz bilgeyiz ya Yerini tesbihler, omuzda paltolarla resimler, yüzükler, en acısı da Ferdi Tayfur aldı İbret i alem için.
Aşık Veysel’ler, Neşet Ertaşlar, Yunus’lar, Fuzuli’ler, Nesimi’ler, Sarısözen’ler, Nida Tüfekçi’ler… Deyişler türküler, gözünü sevdiğim Türk musikisi bile solculara kaldı.
Allahtan eşine Allahtan çocuğuna Allahtan ne yiyip ne içeceğine Allah tan kaç çocuk yapacağına karışmadılar devin. Bana göre buna karışsalar, üç değil beş çocuk yapın deseler, 15 yılda tek ve en güzel şeyi söylemiş olurlar; devde mecburen uyardı. Ama her şeye karışanlar ne hikmetse ona karışmadılar
Uyusun diye bilgeden masallar, korksun diye gerektikçe Şevkat’ten tehditler savurdular. Ama haklarını yemeyelim şekli şemali üslubu ve tonu incelenmeye değse de salı konuşmaları mükemmeldi. Kimi racon, kimi gaz, kimi masal dese de bence bu süreçteki tek ve en olumlu şeydi.
Çünkü yağmasa da gürleyerek tarihe geçti.
O kadar hapa o kadar ilaca o kadar iğneye o kadar masala dayanır mı beden, devde olsa dayanmadı tabi. Allah’ın işine bak ki kökü mazide bir çınar gibi gün geldi üzerlerine devrildi.
Şimdi can havliyle altından kalkmaya çabalıyorlar. Kalkarlar mı? Kalkamazlar; çünkü üzerlerinde canı acımış, kalbi kırılmış, incinmiş, incitilmiş koskoca bir hareket ve onun iflah etmez vebali var.
Hasan Gömleksiz
15 Nisan 2016